İnanmaktan Kaçmak
İnsan, insan olmadan önce dahi inanmak zorunda kalmış. Bilemediklerini, anlayamadıklarını, cevapsız kalan bütün sorularını inanarak çözmek istemiş. İnanmak, anlamaktan daha kolay ve acısız gelmiş olsa gerek… Acısız yaşamak için çabalamış sürekli ancak acı olmadan yaşamak, bana hep acısız bir adana kebap gibi gelmiştir. Tatsız, kuru, cansız ve moral bozucu…
Yanında ayran söylersin, meze söylersin ama o istediğin tadı vermez. Adana kebap acılı olmak zorunda, sen kendini inandırabilirsin acısız adanın tadının acılı ile aynı olacağına ancak o adana acısız ve bok gibidir. Kısacası inanmak gerçekleri değiştirmiyor, kabul etmemize de yardımcı olmuyor. Sadece kendimizi kandırmak ve bir süre bizleri oyalamak için harika bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor. İnanmamak da bu noktada bir çözüm değil maalesef. İnanmamak da aslında bir inanç yöntemidir, karşına çıkan olgunun tersine inanırsın sadece. Kimileri tarafından inançsız olarak nitelendirilen ateizm dahi bence tanrının olmadığı fikrine inanıyor. Yani en inançsız olarak bildiğimiz görüş dahi kendi içinde bir inanma biçimine dönüşüyor.
Bir de bilgi sahibi olmanın ağırlığı var… Çoğunlukla acı veren bir durum olduğu için insan bu acıdan kaçmak istiyor ve inancın gerçeklikten uzak köşelerine sığınabiliyor. Eğer kişi, içindeki inancı çok büyük kavramlara yöneltilirse “İnandığım olgu en büyüktür ve ben bilmesem dahi o bilir.” şeklinde bir kaçış yaşatabilir insana. Bu yüzden inancın yaşattığı sahte huzurdansa inançsızlığın yaşattığı gerçek huzursuzluğu yaşamak daha gerçek ve istenilesi geliyor bana. Ben de bu durumu küçük olgulara büyük inançlar göstererek çözdüm ancak hayatımı bu olgulara göre yaşamadım. Çünkü beni benden başka hiçbir şey etkileyemezdi. Zaten ne demişlerdi, önemli olan boyu değil işleviydi…
Peki ya inançtan kaçmak mümkün mü, tamıyla inanmak kavramından uzak kalmak? Ben inanmaktan çok korkan biri olduğum için bu sorular kafama çok takıldı. Hatta o kadar kafama takıldı ki bazen bulaşıklarımı yıkamayı unuttum, çorba yaptığımda çorbamı kaseden kaşıkla değil de tencerenin içine ekmek banarak yemek zorunda kaldım. Kısacası bu inanmaktan kaçmak mevzusu beni çok yordu, çok etkiledi, çok zorladı… Ben de kendi çapımda bir yöntem geliştirdim ve inancımı tanrı, kader, ahiret gibi devasa kavramlar yerine daha farklı şeylere yönelttim. Mesela 250 gram yarım yağlı beyaz peynire karşı çok büyük bir inanç geliştirdim. Her gün peynir yemeye başladım ve kendi çapımda ufak bir peynir gurmeliği yapmaya başladım. İnancım bir noktada ilgime ve hatta hobime dönüştü, ki böylesi daha yaşanır bi inanca yol açtı…