Blue Jeans, White Shirts
II. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni bir Almanya Devleti kurulacaktı fakat uzlaşmazlıklar sonucu ülkenin doğusunda Demokratik Almanya Cumhuriyeti , batısında Federal Almanya Cumhuriyeti adında iki ayrı devlet kuruldu. 1949’da inşası biten iki devlet arasındaki 1.400 kilometrelik beton duvar, Soğuk Savaş dönemi boyunca iki zıt ideolojiyi birbirinden ayırdı: Amerika’nın kapitalizmi ile Doğu’nun komünizmi.
Doğu Almanya, Sovyetler güdümünde bir ülke olduğu için Amerika’ya özgü olduğu düşünülen her şey yasaktı. Bu yasaklara ülkemizde Amerikan şalvarı da denilen blucin de dahildi. Batı Almanya ise Amerikan güdümünde bir devlet olarak daha “özgürmüş” gibi kabul edilen bir devlet haline gelmişti. Sadece iki ideolojiyi değil, aileleri, sevgilileri ve sıkı dostları da ayıran duvar, Soğuk Savaş’ın ateşli dönemlerinde sanki günden güne daha da yükseliyordu. İki ideolojinin de fanatikliğiyle ayakta duran bu duvar, ortalık sakinleştiğinde desteksiz kaldı.
Duvar yıkıldığında özgürlüğün sembolü haline gelen blucine olan ilgi kovboylar ile başladı. Blucin, yirminci yüzyılın başlarından itibaren özgür ruhu temsil ediyordu. Kovboyların Levi’s 501 giymeleri, umarsız tavırları ve şapkalarıyla birleşince zamanın havalı öğesi konumuna gelmişti. Blucin, onlarca yıldır kovboy üniformasıydı, ancak 1950’lerde başka sinirli ve bağımsız bir grup tarafından kabul edildi: motorsiklet çeteleri.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra birçok eski asker, Levi’s 501, tişört ve deri ceket giyerek motorlarıyla yola çıktı. Savaşın ardından eğlenmek için motorsiklet kulüpleri kurdular ancak zaman zaman küçük Amerikan kasabalarına vahşi batı haydutları gibi gürültülü girişleri korku yarattı ve Hollywood’a yeni bir film türü fikri verdi. 1953 tarihli bir film olan “The Wild One” Carbonville kasabası vatandaşlarını korkutan Marlon Brando ve motorsiklet arkadaşlarını anlatıyordu. Kötü karakter olabilirlerdi ama giydikleri blucinde savaş sonrası Amerika’nın özgürlüğünü temsil ediyorlardı. Motorsiklet, mekanik iki tekerli bir at olarak görülüyordu artık.
Avrupa’da ise blucin, 1930’lu ve 1960’lı yıllar arasında orta sınıf, hippiler, solcular ve sanatçılar tarafından giyilmeye başlanmıştır. Orta sınıf için “bireysellik ve dürüstlük gibi Amerikan değerlerini simgeleyen sembol” hâline gelirken, devrimciler içinse “özgürlük, eşitlik ve sınıfsızlık” gibi yan anlamlar kazanmıştır. Yani blucin, kendi başına Amerika’dan ayrılarak her grup ve sınıf için başka bir anlam ifade etmeye başlamıştır. Blucin, Amerikan dizileri sayesinde Avrupa’da kıyafet olmaktan çıkarak zamanla özgür ruhun sembolü oldu. İlk blucin markası olan Levi’s, ne kadar para harcarsa harcasın böyle pazarlama yapamazdı.
Berlin Duvarı’nın yıkıldığı gece, dünyanın her yerinde televizyon başındaki seyirciler, yaklaşık yirmi yıl hapis cezası sona ermiş olarak, gençlerin duvara tırmandığını ve oturduğunu gördü. Duvarın her iki tarafı için de mavi kotlarıyla dans eden kitleler, özlemle beklenen özgürlük gibiydi. Ünlü aktör David Hasselhoff, sokağa blucin, t’shirt ve deri ceketi ile çıkarak halkla birlikte “Looking for Freedom” söylüyordu. Ayrıca iki önemli sembolün bir harmanını da gördü izleyenler; insanları birbirlerinden ayıran duvarı ve onları bir araya getiren şey olan blucini.