sanat

Bir Kamera, Bir Duruş: Spike Lee

Spike Lee’nin sinemasına girdiğiniz an şunu anlarsınız: Bu sadece film değildir bir duruş, bir ritim, bir çağrıdır. Brooklyn’in kaldırımlarından başlayıp tüm dünyaya yayılan bir ses.

Spike Lee, hikâyeleri steril soyutlamalarla değil; gerçeğin teri, öfkesi, mizahı ve müziğiyle anlatır. Onun filmlerindeki insanlar kusurlarıyla, çelişkileriyle, patlamaya hazır duygularıyla yaşar. Çünkü Spike, hayatın kendisinin böyle olduğunu hiç saklamaz.

Do the Right Thing bizi bir yaz gününün sıcağına değil, toplumun damarlarında biriken gerilimin içine bırakır. Irkçılığın gölgede saklanmadığını, tam karşımızda durduğunu söyler.

Malcolm X bir biyografi değil; bir insanın dönüşüm hikâyesinin nasıl devrimsel bir güce sahip olabileceğinin kanıtıdır.

BlacKkKlansman, tarihin komedisini ve trajedisini aynı anda göstererek, kötülüğün bazen ne kadar “gülünç” ama aynı zamanda ne kadar tehlikeli olduğuna işaret eder.

She’s Gotta Have It, ilişkilerin özgürlüğünü, arzunun çok sesliliğini ve kadın karakterlerin çoğu zaman kısıtlanmışlıkla çizildiği eski anlatı kalıplarını tuzla buz eder. Listesi uzar gider ama anlatmak istediği hep çok nettir: “Bak ve gerçekten gör.”

She’s Gotta Have It ise ilişkilerin özgürlük alanını açan, arzuyu tek bir kalıpta sıkıştırmaktan vazgeçiren özgün bir çığlıktır.

Spike Lee karakterleri kahraman değildir en azından geleneksel anlamda. Onlar; sorgulayan, yanlış yapan, doğruyu arayan, bazen bulan, bazen kaybeden insanlar. Tam da bu yüzden Spike’ın hikâyeleri duyduğumuz değil, tanıdığımız hikâyelerdir.

Ve Spike Lee’nin hayata bakışı da filmleriyle aynı ritmi taşır:
Adalet kendiliğinden gelmez. Eşitlik kendiliğinden oluşmaz. Sessizlik değişimi büyütmez. Konuşmak, göstermek, anlatmak gerekir.
Bazen sokak ortasında, bazen bir karakterin gözünde, bazen de yakın plan bir monologda…

Spike’ın sinemasında kamera sadece görüntü yakalamaz;
hafıza tutar, öfke biriktirir, umut taşır. Ve tüm filmlerinin altına sanki görünmez mürekkeple şu cümleyi yazar: “Hareketsiz kalmak da bir seçimdir. Ama değişim, daima hareketle başlar. Onun sinemasında kamera sadece bir araç değil; bir megafon, bir ayna, bir alarmdır.

Spike şöyle der gibi:
“Hikâyeler dünyayı kurtarmaz belki… ama dünyayı uyandırabilir.”

Ve o bu uyanıklığı, her filmde, her renkte, her yakın planda yeniden hatırlatır. Çünkü bazen doğru olanı yapmak, en çok cesaret isteyendir…

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu