bi'şeyler

Bozkırın Kutsal Hayvanları

Türk mitolojisi, ya da daha geniş anlamıyla Türkî kültürün mitolojik dünyası, kutsal, koruyucu ve simgesel anlamlar yüklenen hayvanlarla doludur. Bu hayvanlar yalnızca Göktanrı inancının ve şamanistik geleneklerin değil, yüzyıllar boyunca oluşan farklı inanç katmanlarının da bir parçasıdır. Orta Asya bozkırlarında, şehirler ve imparatorluklar kurulmadan çok öncelerde insanlar hayvanlarla iç içe yaşar, onlara sadece yol arkadaşı ya da besin kaynağı gözüyle bakmaz; aksine onları ata, rehber ve görünmez âlemlerle bağlantı kurabilen birer işaret olarak görürdü. Bu kadim bakış açısının izleri bugün hâlâ destanlarda, halk hikâyelerinde, mezar taşlarının motiflerinde ve sözlü kültürün saklı köşelerinde karşımıza çıkar.

Türk mitolojisinin en merkezi hayvanlarından biri olan kurt ‘böri ya da bozkurt’ hem kutsal bir figür hem de güçlü bir sembol olarak öne çıkar; bu nedenle onu doğrudan işleyen ya da ondan esinlenen pek çok Türk kökenli edebî eserde görmek mümkündür. Ergenekon Destanı’nda dişi kurt, esarete düşen Türkleri özgürlüğe ulaştıran kurtarıcıdır; Oğuz Kağan Destanı’nda ise gökten gelen bir rehber olarak orduların önünde yürür. Kurt soyundan gelmek, bu mitolojik miras içinde, imkânsızı aşmış bir atanın gücünü taşımak anlamına gelir ve onur vesilesi sayılır. Bugün de bozkurt, direncin ve birliğin simgesi olarak yaşamaya devam etmektedir.

Türkî mitoloji yalnızca kurtla sınırlı değildir. At, göçebe yaşamın vazgeçilmezi olmanın ötesinde, yeryüzü ile öte âlem arasında bir köprü olarak görülür. Dede Korkut Kitabı’ndaki her kahramanın adı olan bir atı vardır; bu atlar yalnızca binek değil, savaşçıların kader ortağıdır. Onlarla birlikte sevinir, onlarla birlikte yaralanır, hatta onlarla birlikte ölürler. Bu yüzden at, yiğitlerin yanı sıra şamanları da taşır; insanı yalnızca yollarda taşımaz, onları ruhlar âlemine de ulaştırır.

Yükseklerde süzülen kartal, gök tanrısı Tengri’nin habercisi olarak bilinir ve şamanlar, göğe yükselmek için kartalın kanatlarına sığınırdı. Manas Destanı’nda kartal, hanların kudretinin işareti ve savaş sancaklarının sembolü olarak geçer.

Toprağa daha yakın hayvanlar da kendilerine özgü bir kutsiyet taşırdı. Koç ve boğa, bereketin ve gücün simgesi sayılır; koç kurbanları ilahî bereketin kapılarını aralardı. Boğa ve öküz ise bazı anlatılarda evrenin direği, dünyanın taşıyıcısı olarak betimlenirdi. Anadolu’daki mezar taşlarına işlenen koç boynuzu motifleri ise bu kadim saygının bugün hâlâ görülebilen sessiz izlerindendir.

Geyik, zarif ama güçlü bir rehber ruh olarak kabul edilir. Ergenekon Destanı’nın bazı anlatılarında Türkleri esaretten kurtaran bir kurt değil, bir geyiktir. Altay kökenli şaman geleneklerinde ise geyik, şamanları öte dünyaya taşıyan ruh hayvanı olarak karşımıza çıkar. Dede Korkut’ta ise geyik avı yalnızca bir yiyecek arayışı değil, kahramanların geçmesi gereken bir inisiyasyon töreni olarak anlam kazanır.

 

Daha küçük ve gizemli hayvanlar da aynı zamanda bu mitlerde rol alır: yılan, her deri değiştirdiğinde yeniden doğuşu ve ölümsüzlüğü hatırlatır, bununla birlikte hem korkulan hem de saygı duyulan bir figürdür. Balık, suların koruyucusu olarak bereketi simgeler. Deve, çöl yolculuklarının sabırlı yoldaşı, dayanıklılığın timsalidir. Tavşan ise ay ile özdeşleştirilir; masallarda kurnazlığıyla güçlü düşmanlarını alt eden bir figür olarak çıkar karşımıza.Tüm bu hayvanlar birlikte düşünüldüğünde, eski Türk dünyasının insanı doğadan ayrı görmediği anlaşılır.

Her bir hayvan bir ders taşır: kurt direnci, at sadakati, kartal vizyonu, geyik saflığı, ve yılan da yenilenmeyi öğretir. Mitler dolayısıyla yalnızca anlatı değildir; onlar aynı zamanda insan hayatına dair kılavuzlardır.

Başa dön tuşu