sex

HAMAMDA SEKS!

Dünyevileşme ve mahallileşme esas olarak 18. yüzyılda başlamışsa da, divan şiirinin daha eski örneklerinde yer yer erotik anlatımlara rastlanabilir. 16. yüzyıl şairlerinden Şeyhülislam Yahya Efendi’nin Divan’ından şu beyitler bunun başarılı örneklerinden sayılabilir: “Busene kani degil dil vaslimin şeydasıdır / Sevdigim mazur tut dünya tama dünyasıdır“ (Gönlüm öpücüğünle yetinemiyor, sana kavuşmak istiyor. Sevdiğim bağışla, dünya açgözlülük dünyasıdır). Divan şiirinin bir özelliği, şairin tasavvuf geleneğinden uzaklaştığı anda, ham ve işlenmemiş bir tensel duyarlılığın içine yuvarlanmasıdır. Bu divanların içinde yer alan ve “hamamname” adı verilen gazellerde daha belirgindir; bunlar, şairin hamamlarda gördüğü güzel gençler için yazılmış şiirlerdir.

Hamamname türünün en başarılı örneği, Nedim’in İbrahim Paşa methiyesidir. Şair, sabaha kadar süren bir içki aleminden sonra, sersemliğini atmak için hamama gider, orada güzel bir delikanlıyla karşılaşır: “Saçı Futadesinin hibi gibi pejmurde/ Nidhi aşıkın hâtireftir / Vücudu ham gümüşten beyaz gulden niem/ Boyu henüz yetişmiş nihalden hemvår/kadd hado tenasub o gabgab ol pistan /…”  (Saçı, ayağına düşenlerin uykusu gibi dağılmış bakışı, aşığının hatırı gibi yaralı; vücudu ham gümüşten beyaz, gülden yumuşak, boyu yeni yetişmiş fidandan düzgün. O ince boy, o uyumlu ölçüler, o gerdan, o meme…)

Fuzuli’nin de böyle bir gazeli vardır;

“Kildi ol serv naz ile hama hiram / Sem-i ruhsan ile oldu müreyyen hammam / Görünürdü bedeni cāki girdasından / Câmeden çıktı yeni ayını gösterdi tamam / Neyl-gün futaya sardi beden-i uryanın / San benelşe içine düştü mukaşer bidam / …” (O servi boylu, seher vakti nazıyla hamama salına salına yürüdü. Hamam, yüzünün ışığıyla aydınlandı. Yakasından bedeni görünürdü. Elbisesini çıkardı, yeni ay gibi bedenini tümüyle gösterdi. Çıplak gövdesini mavi bir futaya sardı; sanki kabuklu badem menekşe içine düşmüştü…) Nasıl iç gıcıklayıcı değil mi?

Divan edebiyatında aşk nesnesi çoğu zaman erkektir. Osmanlı Devleti’nde eşcinsel aşk, Nedim’in sadrazama yazdığı övgü şiirine konu olacak kadar normal karşılanmaktadır. Bütün eski uygarlıklarda, özellikle eski Yunan, Roma ve Arap toplumlarında eşcinsellik meşru ve doğal bir yönelim olarak görülmüştür. Osmanlı sarayı da merasimde ve eğlencede kadınsızdır. Bu edebiyatta da ortaya çıkar. Fatih’in hocası Akşemseddin’in oğlu, 15. yüzyıl şairlerinden Hamdullah Hamdi’nin şu beyiti, hemen hemen bütün Divan sairlerinin tutumunu özetler: “Er isen avrete inanına ahi / Avret al etti enbiyaya dahi” (Erkeksenı inanma ahi, kadın peygamberlere bile hile yaptı).

Yavuz Selim döneminin şairlerinden Lamii de şöyle der: “Merd isen evde kahbeyi tutma / Ger boyunca otursa altuna”. Bunun sonucu, kadınlara kapalı bir haz dünyasının kurulmasıdır: (Şairiz şeyn verir şanımıza / Giremez fahişe divanımıza) (Enderunlu Fazl)

Kimi zaman gazellerdeki sevgilinin cinsel kimliği belirsizdir, kimi zaman da şair, erkek sevgilisinden açıkça adıyla sözeder. Fatih’in döneminde bir gence şiir söyleyerek padişahın öfkesine neden olarak idama mahkum edilen ve ancak Yedikule zindanında yazdığı “Kerem” redifli kaside sayesinde bağışlanan Ahmet Paşa’nın İshak adlı sevgilisi için yazdığı şirin bir beyti şöyledir: “Görün ben kendine nittim öğüttüm un gibi canı / Yüzümü za’feran etti leb’i helvası İshak’ın” (Görün ben kendime ne ettim, canı un gibi öğüttüm, Ishak’in helva dudakları yüzümü soldurdu).

Eskiden neredeyse hayatın bir parçası olan bu olgu -hatta üretilen eserlere dahi tesir ederken- , aradan geçen zamanla değişen toplum ve sosyal hayat ile birlikte eserlerin üretilmesindeki süreçlere ket vurmaktadır. Bunların rahatça konuşulamamasıyla yaratılan baskı ülkede gittikçe sıkışan, sinir uçlarına dokunan bir tahribat yaratıyor. Halbuki toplumdaki bu tür meseleler konuşuldukça, yer buldukça normalleşir. 500 yıl önceki bir eserde-ve birçok eserde- bu durumun rahatça konuşulabilmesi bu normalleşme sebebiyledir.

 

Başa dön tuşu