Hayatın Dışından Bir Yazı

Hayatta bize öğretilen ve öğütlenen şeyleri bir düşünelim. Elbette modern toplumda bize en çok öğüdü veren kişiler ailemiz ve öğretmenlerimiz olmuştur. Verilen öğüt büyük ölçüde “çok iyi bir doktor ol, çok iyi bir avukat ol” gibi öğütlerdi. Burada vurgu yapmak istediğim nokta, bize dayatılan meslekler değil. Zaten bir jenerasyon sürekli olarak bu konudan sızlandı, bence artık bunu konuşmak sıkıcı bir hal aldı. TDK’ya göre “iyi” kavramı istenilen, beğenilen nitelikleri taşıyan, beğenilecek biçimde olan şeklinde tanımlanmış ya da kötü olmayan da denebilir. Bence daha farklı bir yerden bakmak gerek. Benim değinmek istediğim asıl konu “iyi” kavramı.
İyi bir meslekte iyi bir çalışan olmanın bizim için önemi şüphesiz ki maddiyat ve prestijdir. Bunların önemli olmasının nedeni ise bizleri “iyi” hissettirmesidir. Ancak hayali doktor olmak olan ve mükemmel bir doktor olan kişi dahi mutsuz olabiliyor. E, hani biz mutlu olacaktık, amaç bu değil miydi? Toplumun çizdiği çerçevede kaldığımız sürece mutlu olmamız gerekirdi, olmayanlar ne yapsın? Belki de durumu anlamlandırmaya çalışıp buna bir isim koyarak, bu mutsuzluğu rasyonelleştirmeye çalışırlar. Çünkü anlamlandırdığımız sürece, ölsek bile sorun yok gibi hissediyoruz.
Buradaki en büyük sorun, bize daima “iyi” olma yollarının söylenmiş olması. Hayat elbette sonu olan bir yolculuk ve sonunda ölüm olduğunu hepimiz biliyoruz. Sonuca odaklanmanın zerre anlamı yok diye düşünüyoruz ve sürece odaklanıyoruz, değil mi? Öyleyse bunu neden içsel hayatımızda yapmıyoruz ki? Sürekli bize söylenenin “iyi” olduğuna inanıyor ve gerçek hayalimizin bu olduğunu düşünüyoruz.
Bana kalırsa asıl “iyi” kavramı, insana sunulan devasa olgularının peşinden koşmak değil. Doğa tarafından bize verilen küçük ve basit şeyleri aramakta yatıyor. Örneğin, mağara insanlarının “iyi” olmak gibi bir amacı yoktu. Hayatta kalma çabası içinde farklı şeyler arıyor ve yeteneklerini keşfediyorlardı. Belki de iyi olmak, farklı yollar denemekten geçer. Ancak bu yolun ön koşulu, özümüzde yatan doğadan uzaklaşmamaktır. Mağara insanlarının doğanın dengesi ile basit ve saf bir ilişkisi vardı. “İyi” ya da “kötü” gibi kavramlarla pek dertleri yoktu. Doğanın dengesinin farkında olmamız ve bu dengeyi de kendi içimizde görebilmemiz gerekiyor. Neticede doğadaki en karmaşık ve en tuhaf parçayız. Evet, belki bir ormanın içinde yaşayamayız; ancak hiç değilse arada bir kafamızı kaldırıp yıldızların nasıl dizildiğine ve ağaçların rastgele uzayan dallarında bile bir uyum olduğunu görebilmemiz lazım. Bu uyum bizim de bir parçamız. Doğadan uzaklaşırsak “iyi” olmayız, bize sunulan seçeneklerden birini “iyi” sanarız.
Son zamanlarda hayatım kadar dağınık hale getirdiğim konuyu toparlamak istiyorum. Hayat doldurulacak bir kap değil. Hayat bir arayış. Heyecanı bitmeyen bir arayış. “İyi” olmak arayış içinde olmaktır bana kalırsa. Bir yerlerde bir şeyler aradığımız sürece cevabın pek de bir önemi kalmaz. Arayışın son bulduğu noktada hayat sıkıcı bir hale geliyor. Her zaman aramakta fayda var. Siz bakmayın böyle dediğime. İnsan, içinde bulunduğu durumları abartma tozuyla yoğurmayı seviyor. İşte size abartamayacağımız bir yerden, hayatın dışından bir yazı.
Hayatın hem içindeki hem de dışındaki Beşiktaşlı kedilere…