Duyuların Dansı: Sinestezi

Sinestezi, bir duyunun uyarılmasıyla başka duyunun istemsizce tetiklenmesine yol açan, adeta ‘duyuların dans ettiği’ nörolojik bir durumdur. Bu durum bir hastalık değil, algısal bir çeşitlilik olarak kabul görür ve zihindeki duyular arası çapraz bağlantılardan kaynaklandığı düşünülür. Örneğin, bir şarkıyı yalnızca duymakla kalmaz, aynı anda renkler olarak da ‘görürsünüz’; ya da harfler size bir tat algısı olarak gelir. Zaman ya da sayılar, zihninizde belirli bir mekânda sabitlenmiş gibi de hissedilebilir. Bilim insanları 60’tan fazla sinestezi türü tanımlamıştır; en yaygın olanları ise harf ve sayıları renklere bağlayan “grafem-renk”, sesleri renklere dönüştüren “kromestezi”, sözcüklere tat atamaları yapan “lexical-gustatory” ve ayları ya da günleri konumsal olarak algılamayı sağlayan “uzaysal-sekans” sinestezileridir.
Bu duyular arası iç içe geçiş, sanatsal yaratıcılıkla da yakın ilişki içinde görülüyor. Bir tabloyu duyabilmek ya da bir cümleyi tatmak… Bu, sanatın sınırlarını genişletir. Sinestezi, kimi sanatçılar için yalnızca algı değil, özgün imza stilini şekillendiren estetik bir sistemdir.

Ünlü örnekler arasında Pharrell Williams, müziği adeta elle tutulabilir bir biçimde ‘renk ve doku’ olarak tanımlar. Billie Eilish şarkılarını renk ve hislerle bağlantılı olarak yaşarken; Kanye West müziğe renklerle dair tanımlar yapar. Kör olmasına rağmen Stevie Wonder sesleri renklere bağlarken; caz dehası Duke Ellington da akorları nihayetinde renk paletiyle düşünür gibi olur.
Görsel sanatçılar arasında ise adeta sinestezinin duayeni sayılan Wassily Kandinsky öne çıkar; sesin resme, kendisi notaların renge dönüştüğü soyut eserlerle tanınır. David Hockney ise sinesteziden bahsetse de bunu eserde sistematik bir kurama dönüştürmez; aksine, algısının çok katmanlı doğası içinde renklere dair sezgilerini kullanır.

Peki ya Türkiye’den örnek yok mu derseniz, var elbette. İstanbul merkezli sanatçı Melek Zeynep Bulut, sinesteziyi sanatta avantaja dönüştüren nadir örneklerden biridir. Duygu ve dokuları koklamak, renkleri işitebilmek gibi duyusal karışımlar üretirken hem sanatsal anlatısını hem de sosyal temelli çalışmalarını güçlendirir . Bir başka örnek olarak, Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un sinestezik algı dünyasına dair izler edebiyatında yansır; harflerin ya da isimlerin renk çağrışımları üzerinden anlam kazandığı yorumları yapılır .
Sinesteziye sahip sanatçılar bize algılamanın ne kadar geniş ve iç içe geçmiş olabileceğinin kapısını aralar. Onlar, şiirde, müzikte, resimde bir cümleyi duyarak değil tat alarak, bir şarkıyı değil renklere dönüşmüş bir melodi olarak görerek dünyayı algılar. Peki biz, sahip olmadığımız halde sinestezinin iç dünyasını sanat aracılığıyla vizyonumuza katabilir miyiz? Belki de bu, sinestezik sanatı bu kadar büyüleyici kılan şey: bizi, karmaşık ama bir o kadar da içten bir algı evrenine, perdelerin biraz aralanmış olduğu bir pencereye yaklaştırıyor olmasıdır.






